LE HAVRE (2011)


L'argent ne circule qu'au crépuscule
Para ancak alacakaranlıkta dolaşır…


iyi insan olmakla ilgili duygular, bizim büyük çaresizliğimizden hatıra kalan sahnelerle aklımda dönüp dursunlar…
kafadengi programındaki kafa dengi abiler, tam da güzellik=iyilik=gerçek diyerek sohbeti derinleştirirken…


ve/fakat bir yandan da…sevdiklerimden uzakta bu gri Pazar öğleden sonrasını nasıl çekilir kılabilirim derdindeyim.

Belki şehre bir film gelir…?

iyi insanların, basit, organik, şakacı bağlarla yardımlaştığı bir film...

Senaryo, yapım, yönetim : Aki Kaurismäki


- Avrupa sinaması şimdiye kadar, sürekli olarak kötüye giden ekonomik, politik krizden, bunların da ötesinde, hiç çözülmemiş göçmen sorununa evrilen ahlaki krizden, göçmenlerin yabancı ülkelerden gelip Avrupa Birliği sınırları içine girmeye çalışırken genellikle maruz kaldıkları kötü muamelelerden pek söz etmedi.

Benim bu problemin çözümüne dair bir yanıtım yok, fakat yine de konuya (filmim gerçekçi olmasa da) değinmek istedim.
Işte bu amaçla yollara düşmüş Aki Kaurismäki… Italya'dan Hollanda’ya denize kıyısı olan ülkelerdeki limanları tek tek dolaşmış… malum, göçmenler yük gemileri, balıkçı tekneleri veya kayıklarla önce bu ülkelere (Yunanistan, Italya, Ispanya…) ulaşmaya çalışıyorlar.

Bu şekilde araya taraya filmin çekileceği liman şehrine karar veriliyor: Fransa’da Le Havre...
Le Havre limanında bir ülkeden diğerine aktarılmayı bekleyen içleri çeşit çeşit mallarla dolu yığınlarca kutu (konteyner) var. Bazı kutuların içinde ise aç-susuz-havasız bekleşip duran insanlar…
-Fransa’da bizim mottomuz « özgürlük, eşitlik ve kardeşlik »tir
(“Liberté, égalité,fraternité”).
Sanırım bunların içinden sizin filme dahil ettiğiniz « kardeşlik »idi ?

- Diğer ikisi zaten her zaman fazla iyimserdi. Fakat kardeşlik, …onu heryerde bulabilirsiniz, Fransa’da bile!
Fransa’daki kardeşlik Marcel Marx‘in çevresinde (André Wilms) örülüyor filmde. Çok sevgili karısının, mahalle esnafının sade hayatları çevresinde… Tabii bir de sevimli köpeği Leika var.

Marcel Paris’teki yazarlık macerası başarısızlıkla sonuçlanınca kendini bu liman şehrinin hayata tutunabileceği bir mahallesine atmıştır... Ayakkabı boyayarak, evde bir çorba kaynatacak, akşamları da bir-iki tek atabilecek kadar gelir sağlamaktadır…
Derken bu mahallenin odağına bir çocuk yerleşir.
Aslında Ingiltere’deki annesine ulaşabilmek üzere yola çıkmış ve Le Havre limanında polisle burun buruna geldiğinde kaçmayı başarmış Afrikalı Idrissa.


La Havre’daki kenar mahallelerde de tıpkı bizim toprağımızda olduğu gibi misafirin baş üstünde yeri var…davetsiz bile olsa.

Çürümekte olan insanlığa onurunu geri kazandırma çabası gibi belki, bir masal anlatıyor bize film.

Bugünün şartlarında pek de gerçekçi olmayan…herkesin hatta polis müfettişinin bile vicdanı değerleri olduğu bir masal.
- Her zaman masalların adil versiyonlarını tercih ettim, mesela kırmızı başlıklı kızın kurda yem olmadığı… Fakat gerçek hayatta kurtları bile Wall Street’teki soluk yüzlü adamlara tercih ederim.
Aki Kaurismäki için milliyetler, diller, ülkeler bir sınır teşkil etmiyor. O insan davranışının heryerde aynı olduğunu ta 1990 yılında verdiği röportajlarında da söylemiş, şimdi de aynı çizgide duruyor. 2006 yılında 78. Akademi ödülüne Finlandiya’dan aday gösterildiğinde ABD’nin yabancılar politikasını protesto etmek amacıyla töreni boykot ediyor.
- Film festivalini değil, ABD hükümetini boykot ettim. Havaalanında elimde biletimle beklerken Abbas’ın ülkeye girişine izin verilmediğini duydum. Ve düşündüm ki, eğer ABD hükümeti Iranlı bir film yapımcısını istemiyorsa, Finlandalıyı da istemeyecektir. Ve ben istenmediğim yere gitmem.
Le Havre filminin sinematogrofik referanslarını geçmişte buluyoruz. Yönetmen, Bresson, Becker, Melville, Tati, René Clair, Marcel Carné hepsini bir parça göstermeyi istemiş…hatta kendinden pek fazla birşey katmadığını ifade ediyor [1,2]. Marcel Carné'nin bazı filmleri üzerinde özellikle çalıştığını

- Sinema 1962’de öldü, sanırım ekim ayındaydı.
Böyle konuşan bir yönetmenin günümüzde mi yoksa geçmişte mi geçtiği tam belirli olmayan bir film üretmesi şaşırtıcı değil. Her durumda sorun hep aynı sorun. Göçmen sorunu.
-0-
Film bitti.
Bu seferlik iyi bitti… J
Erkenden tenhalaşmış meydandan, kilise çanları eşliğinde ve seri adımlarla uzaklaşırken,
Nedendir bilmiyorum, Aki’nin yaptığı işi Murathan Mungan’ın gölge kuşları’na(*) benzettim.
Le Havre’ı izlemek,
Sabırlı ve bilge gölge kuşlarının,

zamana hiiiç aldırmadan,
hüzünlü bir Pazar akşamı üzerinden süzülüp gitmesi gibiydi.
Onlar süzülürken, kanatlarının meydan yerine ve kalbimize düşen gölgelerini,
hiçbir kaba kuvvetin asla çiğneyip geçemeyeceğini bilmek gibiydi...
Böylece süzülerek ufukta kayboldu gölge kuşları.
Puslu bir liman şehrine doğru.
...


Hollywood herkesin beynini eritti. Eskiden, bir cinayet olurdu ve bu hikayeyi anlatmak için yeterliydi. Şimdilerde sırf izleyicinin dikkatini çekebilmek için 300bin kişi öldürmeniz gerekiyor.



Not 1: Le Havre’da 1971 yılında kurulmuş bir Fransiz rock grubu da (Little Bob) filmde mini bir konser veriyor.

Not 2: Geniş spektrumdaki müziklerin listesini aşağıdaki linkte bulabilirsiniz:

Not 3: Leike yönetmenin kendi köpeğiymiş ve 5 kuşaktır oyuncu olduğu iddia ediliyor...

Not 4: Aki Kaurismäki sevenler 1990 yılında verdiği şu röportajına bir gözatsın derim


Not 5: Bu arada sevenlerine bir müjde: Fransa’daki Le Havre, yönetmenin başka ülkelerin başka şehirlerinde çekmek istediği bir trilojinin ilk filmiymiş…

Not 6: Göçmen sorunu ile ilgili sinekiyatri sayfalarında gündeme alınan diğer filmler:

Cennet Batıda, Illégal, Lorna'nın Sessizliği, Sonsuzluk ve Birgün, Biutiful

Kaynaklar:


2- http://soundcolourvibration.com/film-reviews/le-havre-from-director-aki-kaurismaki/

(*): Murathan Mungan, "Sairin Romanı", Metis Yayinlari, 2011



0 yorum:

Yorum Gönder

 
Support : Your Link | Your Link | Your Link
Copyright © 2013. sdgg - All Rights Reserved
Template Created by Creating Website Published by Mas Template
Proudly powered by Blogger